6 Ocak 2010 Çarşamba

Birçoğunuz aynı düşü görüyor, aynı şekilde hissediyor ve aynı gelecekten korkuyor. İnsan medeniyeti yol ayrımını geçeli çok oldu ve siz yaşama karşı olan yoldasınız. Artık tersini düşünsenizde hiçbir şeyi değiştiremezsiniz. Sizi artık insanlar yönetmiyor. Başı sonu belli olmayan yaptıkları nedeniyle cezalandıramayacağınız bir "Sistem" tarafından yönetiliyorsunuz. Siz bile onu yaratırken neler olacağını tahmin edemediniz. Şimdi size karşıt olsada kendisini korumak için kararlar alıyor. Umursamıyor, düşünmüyor, hissetmiyor; o sadece var. Suçu yok, çünkü iradesi yada duyguları yok. O sadece varoluyor ve sadece bunu yapıyor. Ama varlığı bile zarar veriyor. Bugün medeniyetinizin tek kurtuluşu var. Tüm inançlarınızı kökten değiştirecek, sığınabileceğiniz her fikri ve maddi sığınağı yıkacak, kendinizi ve çevrenizi algılayışınızı değiştirecek bir "Felaket".
Sen doğrudan ölüm denen sonunun gözlerinin içine bakmadan değişemezsin. Sen ne kadar değersiz bir zerre olduğunu görmeden evreni oturttuğun çevrenin ve herşeyin senin için yaratıldığı yalanının farkına varamazsın. Yönetmek sana mı biçildi, hükmetmek sana mı? Sen daha kendinle ilgili en ufak doğru hüküm veremezken evreni yönetmek neyine. Önce iyice bir aynaya bak. Çıkar doğduğun gün taktıkları maskeyi. Hatırla ezberlerle sana unutturulanı ve unut tüm ezberlerini. Kendi "Felaket"'ini yarat; çünkü insanınki geldi bile, hemen orda eşikte. SÜRÜye uyma artık. Yüksel biraz genişlet görüşünü ve gör hepberaber gittiğiniz yeri. Cehennem diye korktuğun, kaçmak için debelendiğin o sıcak çamura gömülüyorsun. Sen sen olmadan hepberaber ancak olacağın yer o çamurun dibidir. Çamurda değil sizi dibe çeken yine sizsiniz. Ne kadar pisliğe gömülseniz ya yükselmek için yada eşitlenmek için bir başkasını çekiyorsunuz derinlere ve alışıyorsunuz o derinliğin irinine pisliğine.
Ruhunu temizle bedenin kanından etinden kılından, çok alıştın maskene ey adam. Maske oldun, gerçek sen, tanıdığım sen kayboldun. Korkmuyorum ama, aslada korkmadım, çünkü bayrak yerde kalmayacak. Eğer biri düşerse Yaradan'ın yaratıklarının, bir diğeri onu kaldıracak.
Bak kalbim biraz daha küçüldü...

27 Ekim 2009 Salı

Neredeyiz?

Kim hatırlanmak istemez. Ama çoğumuz 100 yıl sonra torunlarımız da öldüğünde unutulacağız. Ne adımız kalacak ne simamız. Geldiğimiz hiçliğe döneceğiz. Belki bizler daha şanslıyız dedelerimize göre. Dipte köşede kim bilir kimin tuttuğu kayıtlarda karaladığımız bir iki laf, isimsiz bir iki fotoğraf, şanslıysak ufak bir video kalacak geri. İşte tam şimdi ve tam burada değerliyiz kardeşlerim, gelecek bizim değil, geçmişe de sahip değiliz. Ancak bugün bizi biz yapan, tanımlayan, değerli kılan. Yine aynı gün ama geçiştirdiğimiz, ertelediğimiz, yaşamaktan hayıflandığımız. Çünkü hepimizin içinde yarınlara dair umutlar var. Ama kardeşlerim bizim yarınımız yok. Onca milyar yıldır var olan ve onca milyar yıl daha var olmaya devam edecek bu evrende şimdi, bugün, yalnızca bugün bizim.
Hayatı alabildiğine karmaşık ve zor hale getirdik kardeşlerim. Hep birlikte koyduğumuz kurallar tarafından ezilir olduk. Kalabalıklaştıkça uzaklaştık birbirimizden ve yalnızlaştık doğadan koptukça. Oysa varsa bir mükemmellik ancak saflıkta sıfıra en yakın noktada var. Çoğalmaya, karmaşıklaşmaya, olabilmek için uğraşmaya gerek yok. Çabalamak boşuna. Temiz doğuyoruz ve bu dünya kirletiyor bizi. Çabaladıkça çamuruna bulanıyoruz onun.
İşin kötüsü çıkışı biliyorken kimsenin çıkmayacağınıda biliyorum. Asla geri dönmeyeceğiz bu döngüde, illa başladığımız noktaya o koca, o çetrefilli, o bizi harap eden çemberi tekrar tamamlayarak döneceğiz. Ve hep özleyeceğiz bu uzun yolda geldiğimiz yeri, ve tekrar oraya varabilmek için uğraşacağız. Döndüğümüzdeyse yine mutlu olmayacağız elde ettiklerimizden.
Basit kalın kardeşlerim. Olabildiğince.
Kalbimden kopanları okudunuz ve kalbim biraz daha küçüldü...

31 Ağustos 2009 Pazartesi

marley;

İnsan bir hayvanı neden sever ve onu evine alır? Hani eskiden kediler fareleri kovsun, köpeklerde bekçilik etsin diye alınırmış; ama bugün neden?

Dünya gün geçtikçe kalabalıklaşıyor, insanlar gittikçe daha çok çalışıyor, çevrelerine hatta kendilerine ayırdıkları vakit azalıyor, yalnızlaşıyorlar. Boşanmalar sıklaşıyor, birçok yaşlı yataklarında yalnız ölüp ancak günlerce sonra cesetleri kokmaya başladığında bulunuyorlar. Depresyon sıklaşıyor, buna bağlı kullanılan ilaç miktarı sürekli artıyor. Ama bunlarla zıt olarak beslenen ev hayvanı sayısı artıyor. İnsanlar diğer insanlarda bulamadıkları sevgiyi hayvanlarda arıyor, onlara göstermedikleri ilgiyi ve sabrı hayvanlarına gösteriyor, kendilerine ayırmadıkları zamanı bu küçük sevimli dostlarımız için harcıyorlar.

Peki neden?

Benim nedenim onların bize gösterdikleri karşılıksız sevgi. Gerçekten etrafımızdaki herkes, hatta eşimiz, çocuklarımız yada ebeveynlerimiz bile, bizden bir şeyler beklerken, herkesin birbiri ile çıkar ilişkileri varken bu yaratıklar bizden kelimenin tam anlamıyla hiçbir şey beklemiyorlar. Onları sevmemizi yada beslememizi bile. Bu bence insana eski huzurlu günleri hatırlatıyor ve bunca gelişmişliğimize rağmen asıl yerimizin doğa ananın sıcak kucağı olduğunu, en azından o vahşi dünyadan bir yaratıkla yuvamızı hatırlamaya olan ihtiyacımızı gösteriyor.

Marley & Me filmi, bu yaratıkların yaşattıkları tüm sorunlara rağmen nasıl hayatımızın vazgeçilmez birer parçası olduğunu ve hayatlarımıza nasıl renk kattıklarını gösteren izlenmesi gereken bir film.

Kalbimden kopanları okudunuz ve kalbim biraz daha küçüldü...


28 Ağustos 2009 Cuma

İlk; Kalbimden kopanlar...

Ömür ne kadar sürer? Doğumda beklenen yaşam süresi kadar mı? Şanssız bir bebek için 1-2 nefes kadar mı? Şu uzak Japon kasabasında yaşayanlar gibi 100 yıldan fazla mı?
Ömür göğsümüzün içindeki duygularla ilişkilendirdiğimiz, gece yastığa kulağımızı dayadığımızda tok sesini duyduğumuz, mutlu olunca çırpınan, üzülünce kırılan, yaklaşık yumruğumuz büyüklüğündeki kas kitlesinin atmayı sürdürdüğü süredir. Herkesin içinde, mutlak sona doğru geri sayan bir saat gibidir kalp.
Çoğu kültür mantığı beyne, duyguları ise kalbe adamıştır. Daha tıp bilgisinin bir karıncanın antenlerinden daha büyük olmadığı dönemlerde bile bu böyledir. Bugün tıp bilgimiz karıncanın kafası kadarken gerçekten de mantığın beyinden kaynaklandığını biliyoruz. Ama daha duyguları açıklayabilen bir nöroloğa rastlamadım. Belkide eskiler bu konudada yanılmamıştır ve gerçekten de duygular kalp kaynaklıdır. Belki de değildir ama buna inanmak ve öyleymiş gibi davranmak bana daha naif geliyor ve bu yüzden ben inanmayı seçiyorum.
Madem duyguların kalpten geldiği konusunda anlaştık, o zaman duygu içeren tüm insan üretimleri de kalpten kaynaklanır. Her bestelenen müzik, yazılan her şiir, kitap, çizilen her resim insanın kalbinden bir parça koparır. Her seferinde biraz daha küçülür üretenin kalbi ve bir gün o koca bedene yetmemeye başlar ve sonunda o tok sesi susar, ömür biter.
Bende bugünden sonra kalbimden kopanları sizlerle paylaşacağım. Korkmayı dostlarım kalbim hepinizi içine sığdırabilecek kadar büyükse koparıp sizinle paylaşabileceğim daha çok şey olacak.
Kalbimden kopanları okudunuz ve kalbim biraz daha küçüldü...